![]() |
@Münih |
Bu resmi çok uzun bir Münih tatilinin sonuna yaklaşırken, işi ve iştekileri, günlük rutinimi oldukça özlediğim bir günde çekmiştim. Bi an önce dönsem, çalışsam diye düşünürken bir yandan, bir yandan da acaba bu düşündüklerime ne kadar kısa sürede pişman olup buraya geri dönmek isteyeceğim diye düşünmüştüm.. :)
Aslında bugün sizlerle paylaşacağım yazı pazartesi sendromundan ziyade, "işiniz ve siz ne kadar mutlusunuz"a ilişkin bir yazı olacak. Çünkü içimizde birileri bu aralar işte çok huzurlu olmayabilir ya da sahip olduğu ufak huzur ve mutlulukları korumaya çalışıyor olabilir. Bu da onun kendini dinlemesi ve size içindekileri aktarımı gibi bir şey olacak sanırım :)
Evet, çalışma ortamında mutluluğun ilk koşulu tabi ki sevdiğiniz işi yapmak. Öyle olunca da zaten genellikle haftanın hiçbir günü sendromunuz olmuyor. ( İkizler burcu değilseniz tabi, durum onlar için çok değişik çünkü :) ) İşiniz ne kadar yoğun olursa olsun, her şey bir plana oturtulduğunda halledilebiliyor çünkü. Mesela ben gerçekten bu anlamda planlı olmayı takıntı haline getirmiş olabilirim. İki yıl önce yaklaşık dört ay için günü gününe çalışma programı oluşturmuş ve ona sadık kalmış biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, size düşeni yaptığınız zaman işler rayında gitmese de daha fazla yapacak bir şeyiniz olmadığını bildiğinizden kendinizi daha az huzursuz ediyorsunuz.
Gelelim iş ortamı ve çalışma arkadaşlarına. Çok çok çok önemli bir etken, eğer bizimki gibi çekirdek ortamınız pamuk şeker gibiyse ne olursa olsun rahatlayabileceğiniz bir sığınağınız var demektir. Kafa denkliği, yanındakinin gözünden ne yapman gerektiğini ya da ne hissettiğini anlayabilmek, hayatı hepimiz için çok kolay hale getiriyor. E tabi, iş yerinde minik sinsiler, içten pazarlıklılar, mutsuzlar ve elini bir taşın altna koymak istmeyenler olacak. Bizim de var. (Keşke olmasalar.) Bu modellerle nasıl mı başa çıkıyoruz? Sınırlarınızı belirleyebilmek ve kendinizi açıkça ifade etmek en net çözüm. Çünkü size yaklaşamadıkları sürece canınızı sıkamadıkları gibi işinize ve size müdahil de olamıyorlar. Aksi halde meydana çıkabilecek huzursuzluklar sizi içten içe kemirecek ve daha mutsuz edebilecektir.
Üstler/patronlar/emir-komuta ilişkisi. Vezir de eder rezilde şeklinde ifade edebiliriz. Sizi değil tabi, tüm çalışanları, ortaya çıkacak işleri ve işyerinin devamlılığını. Eğer iyiyse herkes mutlu ve art niyetsiz biçimde sorumluluklarını yerine getirir, ortaya bebek gibi işler çıkar, verimlilik, yaratıcılık artar. Yok eğer kötüyse ki keşke bu ihtimal hiç olmasa, sürekli kendinizi koruma iç güdüsüyle, gergin, stresli ve isteksiz biçimde çalışırsınız.
Bu aralar benim için "üç tatlı deli" dışında işler rayında değil gibi ama yaptığım işi o kadar çok seviyorum ki, kendime bir çözüm yolu, huzuru getiricek denklemi bulmaya karar verdim.
Ne mi yapacağım?
Bir süre sadece ve sadece gerçek anlamda yapmam gereken çalışmalarıma odaklanıp, ek ve yapmak istemediğim işleri de sorgulamaksızın yapacağım. Planlı olmaya devam edeceğim ve hatta belki dozunu biraz daha arttıracağım. Planlıysan meşgulsündür.
Etrafımdaki olumsuzlukları olabildiğince fark etmemeye çalışacağım, suratı asık insanları ya da kızgın bakışları üstüme almayıp (Bi nevi Polyanna kafasına girip), "başka bir şeyden kaynaklandığına ve benimle ilgisi olmadığına" kendimi ikna edeceğim.
İşler yolunda gittiğinde olması gerektiği gibi tepkiler alabileceğime olan inancımı kaybetmeyeceğim, çünkü böyle olmalı. Böyle olabilmesi için hepimiz bu kadar çaba harcamıyor muyuz zaten?
Ben pazartesiye düşen motivasyonumu toparlamış, her şeyin yoluna gireceği inancıyla başlıyorum :)
Çok güzel bir hafta bizi bekliyordur umarım!
Sevgiler <3